Tükenmez Kalemler
Hayati önem taşıyan tükenmez kalemlerimiz kimi zaman bizleri ne
kadar mesut ve bahtiyar ederler. Okullarımızda, ofislerimizde,
evlerimizde ve hatta dört renkli modelleriyle trenlerimizde hayatımıza
renk katarlar. Biraz evvel bahsi geçen bu dört renkli kalemleri asla
amacına uygun olarak yani; "kırmızıya basayım başlığımı
yazayım, maviye basayım yazımı yazayım" zihniyetiyle kullanmayız.
Dördüne birden basma güdüsü insanın tüm benliğini sarar. Zaten
amacına uygun olarak kullanmak isteseniz de bu dört rengin hiçbiri adam
gibi yazmaz.
"Çıtçıtlı" modellerimiz vardır ki bunlar tek renktir.
Günümüzün en yaygın tükenmez kalem türünü oluşturan "çıtçıtlı"
tükenmez kalemler sıkıntılı dakikalarımızda "bas çıtlat hop
zıplat" oyunuyla günün tüm stresini saniyede yokediverir. Kalemi
ters çevirip sıraya bir kere bastırdığınızda kalemin ucu çıkar,
ikincide "çotaaaa" diye havaya fırlar. Eğlenceliktir.
Tükenmez kalemler ile uzun süre yazı yazdığımızda kalemin
ucunda ufak mürekkep parçacıkları birikir. Bu mürekkep parçacıkları
kağıtın üzerine bulaşıverir ve onları silmeye çalıştığımızda
canım dönem ödevinin içine ediliverir. Bu trajediyi yaşamamak için,
kalemin ucunu sık sık etraftaki herhangi bir materyale evire çevire sürttürerek
dezenfekte etmemiz gerekir.
Tükenmez kalemlerimizin negatif özelliklerinden biri masa olmayan
bir ortamda; kağıdı duvara yada arkadaşımızın sırtına yaslayarak
yazmaya çalıştığımızda, genellikle ikinci, en olmadı üçüncü
kelimede yazma özelliğini yitirmesidir. Kalemin kıçına doğru
toplanan mürekkebi tekrar ağzına doğru yönlendirebilmek için kalemi
önce birkaç defa yukarı aşağı sallayıp, yazma işlemine kalemi kıçı
havaya dik bir pozisyonda devam ederiz. Fakat yazı da bok gibi olur be
arkadaş.
İkinci negatif özelliği ise hayatımızın bütün evrelerinde
elimizin altında olan bu kalemlerin acil durumlarda, özellikle telefon görüşmelerinde,
her nasıl oluyorsa partneri kağıdı da yanına alarak yerin dibine
girmesidir. Bu gibi durumlarda etraftaki herhangi sivri uçlu bir şeyi kağıda
vargücümüzle bastırmak yada "lan ben bunu aklımda tutarım"
tiribine girmek uygulanacak çözümlerden en önemlilerdir.
|
Dantel Örtüler
Hemen her kadının tutkusu olduğu kadar, her erkeğin de kıl olduğu
şeylerdir evin her köşesindeki örtüler. Bu örtüler hakkında dikkat
edilmesi gereken şeylerden bahsetmek istiyorum önce:
Bu örtüler haftada bir değiştirilmelidir ki geçen hafta gelen komşu
bu hafta tekrar gelirse ele güne dedikodu malzemesi olmayalım. İkinci
dikkat etmemiz gereken husus ise örtüleri her saat başı kontrol ederek
sehpanın tam ortasında durmalarını sağlamak, sağa sola kayarak
disiplinsizlik yapmalarını önlemektir.
Bu örtüler bulundukları yerler ile insanları dumura uğratırlar.
Çocukluğumda, orada ne işi olduğunu şimdi bile çözemediğim kocaman
bir dantel örtü televizyonun üzerinde dururdu. Asıl önemli olan ise
bu örtünün bir köşesinin aşağıya sarkık durması ve 56 ekran
televizyonun yarısını kapamasıydı. Dantelin ucunu güzelce kaldırıp
katlamadan televizyonu açmak veya televizyon kapatıldıktan sonra örtüyü
tekrar ekranın üzerine kapatmamak o zamanlar işleyebileceğimiz en büyük
suçlardandı. Bir de telefonların üzerinde duran danteller vardır ki
bir dantelin telefonu ne kadar çekici hale getirdiğinin takdirini size bırakıyorum.
Yalnız şunu söyleyeyim, bu örtüyü her zaman telefonun ahizesiyle
birlikte avuçlamış, bu sebepten dolayıda hep ev sahibesinin kötü bakışlarına
maruz kalmışımdır.
Misafirliğe gittiğimiz bir yerde görmüştüm; evin hanımı süs
olarak koyduğu küçük bir gaz lambasının üzerine ve de kalorifer
peteklerinin üzerine dantel koyarak kendi çapında bir dumur hikayesi
sergilemekteydi.
Yine bir evde, eskiden annelerimizin halı süpürmek için kullandığı
gırgır denen aletin üzerinde bir örtü görmüştüm. Fakat bu ev hanımı
örtüyü iki köşesinden gırgırın gübür boşaltma mandallarına geçirerek
oraya sabitlemişti ve üzerinde örtü takılı gırgırla halılarını
süpürürken dünyanın en mutlu insanıydı. Ve hayatımın en büyük
dumurunu aynı örtüyü yeni yerinde görünce yaşamıştım. Eminim ki
bir çoğunuz bana inanmayacaksınız ama bir gün o evde tuvalete
girseniz ve işerken kafanızı yukarı kaldırdığınızda o örtüyü görseydiniz;
evet tam orada; sifonun üzerinde, sinir krizi mi geçirirdiniz yoksa
kahkaha krizine mi tutulurdunuz merak ediyorum.
Bir ekleme: Bazı yörelerde, belki çok
eskiden ama, kız tarafı oğlan tarafına hediye olarak dantel don götürürmüş.
: )
|
Belediye Otobüsleri
Tekli koltuklarda oturuyorum ve iki üç kişi
ayakta kalmış. İçimden; neyse ki gençler, diyorum. Ve otobüs hareket
ediyor. Dua ediyorum. Her durduğumuz durakta strese giriyorum. Otobüsün
girişinde beyaz saç görünce veya "Evladım" sesini duyunca
terler akıyor sırtımdan. Çünkü oturan tek genç benim.
Yaşlı geliyor ve yanımda duruyor. Orta yaşlıların pis ve nefret dolu
bakışları arasında uyuma numarası, hasta numarası yapıyorum, göz göze
gelmiyorum. İnsanların hep benim hakkımda , Ne yüzsüz genç, saygı
diye bir şey kalmadı, diye konuştuklarını düşünüyorum. Yaşlılar
bindikten bir iki durak sonra 'DURACAK' düğmesine basınca içimi bir
sevinç kaplıyor, rahatlıyorum. Ama bazen 40 yaş civarı bayanlar yer
veriyim diye başımda durunca ve sürekli bana bakıp, bazen de fiziki
temas yapınca sadece yer vermemekle kalmıyorum, içimden küfür de
ediyorum. Çünkü yaşlı tiriplerine giren bu kadınlara gıcık
oluyorum. Yanımda veya önde oturan bir genç yer verdiğinde ona içimden
teşekkür ediyorum, ve bazen de yan koltukta oturan gencin yer vereceğini
gördüğümde çevremdekilerin sempatisini kazanmak için; Aaa, buraya
oturun isterseniz, deyip, kalkıyormuş numarası yapıyorum. Yaşlı, Yok
evladım sen otur, deyince de keyifle tekrar yerime kuruluyorum.
Son durağa yaklaşınca sevinç ve rahatlık başlıyor, ve ben, asık
suratlı orta yaş grubunun nefret dolu bakışları arasında huzurla ve
vicdanen rahat olarak otobüsten iniyorum.
Otobüste giderken cep telefonu sesi
duyulunca, herkes bi sağına soluna bakar sonra birisi "Alo ne
var!" deyince rahatlar. Hep de aynı geyikler yapılır:
Herife bak be. Ceptelfonu var, otobüse biniyo.
Ya da;
Benimki değilmiş. Eheh. Benim de var da.
İ.E.T.T Otobüslerinde Pencere Açma Ayrıntısı
ve Fobisi
Allahım o ne korkudur öyle. En arkada güzel bir kız görür, binbir
karizmayla arkaya doğru ilerlersin. Tam o sırada koltuğa rahatça
kurulmuş olan yaşlı teyze sıcaktan bunalmıştır. Seni gözüne
kestirir, ve şöyle der:
Yavrum çok sıcak oldu. Sana zahmet şu camı açar mısın?
Başına geleceklerin farkında olduğun için teyzeye ölümcül bakışlar
fırlatıp onu sindirmeye çalışırsın ama o yılmaz, bütün
masumiyetiyle bakarak seni çaresiz bırakır. Ucundan, kıyısından, köşesinden
tutarak camı açmaya çalışırsın, asla açılmaz. Kıçını yırtma
ve otobüsün ortasında osurma pahasına asılırsın, ama ı-ıh, lanet
cam açılmaz. Dönersin teyzeye, bütün nefretini kusarak, Sıkışmış
teyze açılmıyo, dersin. O da sana; Peki yavrum açılmıyorsa önemli
değil, der ama içinden; Amma da cılız oğlanmış, diye geçirmektedir.
Sen karizma sarsılmış vaziyette kızın yanından geçerken kafanı
bile kaldıramazsın. Gerizekalı teyze günün içine etmiştir.
Durakta bekleriz, otobüs gelir. Çok dolu
diildir. Bineriz, kendimize oturacak bi yer ararız. Acaba burdaki tek kişilik
yerlere mi otursak, yoksa ortadaki bissürü kişilik yerlere mi. Şu
arkadaki iki kişilik yerler?
Tek kişilik yerler
İyidir. Yanımızda okuyacak bişiler varsa en baba yerler orasıdır. Dışarıyı
seyredersin. Ama yaşlı birinin yanına gelip dikilmesi işten bile
diildir. Sen kalkıp yer vercen ya, kalkmak da istemiyon, baba gibi yeri
bulmuşun.
Bazen şöyle oluyo: Ayaktaki diğer tiplerden biri senin oturmanı çekemiyo
ve; Arkadaşım, bakar mısın! Bak teyze ayakta. Ona yerini verir misin?
diyo. Allaaaa, sinir. Teyze de sana diil de ona, "Saol evladım"
diyo ve sen yerin dibine geçiyosun. Eşşooleşşek.
Bissürü kişilik yerler
4'er tane karşılıklı, yanyana oluyo bunnar. Ama rahat diil. Dışarıyı
seyredemiyon. Ayakta duranlar yoksa karşıdaki oturanlarla gözgöze
geliyon. Gelmemek için gökyüzüne felan bakıyon. Hep de havaya bakıcak
diilsin ya, biraz da yere bakıyon. En iyisi yine okuycak bişiiler
bulunması. Yanına şişko birisi gelip seni sıkıştırabilir. Ama bir
kızın gelip yanına oturması da muhtemel. Eğer bu yerlerin uç
taraftaki oturaklarına oturmazsan ikinci şans biraz daha artıyo. Tabi
birinci de.
Riski göze almayan kazanamaz.
İki kişilik yerler
Bunlar en baba yerler. Dışarıyı da seyredersin, okuycaanı da okursun.
İç tarafa oturursan yerinden kalkma gibi bi olay da ortadan kalkar, yanına
bi kız gelip oturabilir de. Bu kız gelmesi olayına çok taktım. Şimdi
beklersin kız gelicek diye. Geliyolar, arkaya geçiyolar.
Bu da geçti. Alala. Niye oturmuyolar ya? İlerden bi tip geliyo, gravatlı
falan, yaklaştı, evet, aha! Yanıma oturdu. Gıcık.
İstanbul'umuzun çılgın otobüslerine
binerken herkesin akbili gururla; di-nu-nu ... di-nu-nu ... di-nuu (1 ve 2
öğrenci; 3, tam) diye öter fakat bazı mazlumların akbili "Daaaat"
diye Nicholas Cage'in bile karizmasını yok edecek bir ses çıkarır.
Bunun üzerine şoku atlatamayan göt arkadaşımız da durumu kurtarmak için
"Aaa! Bu ne zaman bitti? Yeni doldurmuştum" gibi bi kaç kelime
ile çırpınır. Faydasızdır, acırım.
Otobüs fazla kalabalık değil ama
oturacak yer de yok. Soora biri kalkıyo, yeri boşalıyo, üç kişi
zalak zalak birbirine bakıyo ve tek tek hepsi şunu düşünüyo;
- Oturursam amma da meraklıymış oturmaya diicekler.
Okul çıkışı otobüs duraana giderken,
uzaktan gördüün otobüsü yakalamak için koşarsan otobüs seninki değildir,
koşmazsan seninkidir. Bu yüzden 20 dakka beklersin. Bir de, çıkışta
eve değilde başka bir yere gidiyorsan normalde yirmi ila yirmi beş
dakka beklediğin otobüsten 2-3 tane arka arkaya gelir, beklediğin
gelmez. Ertesi gün ise yine yirmi ila yirmi beş dakka otobüs beklersin.
Otobüs kalabalıktır ve ayakta gitmek
zorundasındır. Ortalarda biyerlerde tavandan yere dooru demir bi çubuk
koymuşlardır, herkes tutunsun ona diye. Hem üst demirdeki o sallanan şeylere
tutunduunda dengeyi korumakta zorluk çekersin. Bu yüzden ısrarla uzun
demir çubuua tutunmak istersin. Ama gelgör ki dallamanın teki oraya sırtını
dayamıştır ve sana tutunacak yer bırakmamıştır. Orada sinsi sinsi
bekler, öne meylettiği bir anda "Pat" diye tutunursun oraya. Sırtını
tekrar dayadıında senin elin vardır, artık ordadır. Kıl olur ama bişi
söyleyemez. Taraflardan biri ininceye kadar bu savaş sürer. Burnunu
bile kaşımazsın bu süreç içerisinde.
Hani otobüse binip üç'lü oturaklarda
karşılıklı otururken ister istemez karşındakini süzersin ya, bi de
yakalanınca; "Hah. Ben sana mı bakıyom? Hiç bi kere, dışarı
bakıyom işte!" edasıyla çaktırmadan bir dükkan yazısını
okuyomuş tiribiyle, bi de utanmadan gözümüzü bilem kısarız.
Dolu bi otobüsle yanyana yürümek nası
bişey acaba? Özellikle de, otobüs dolu, yürüdüğüm kaldırım boşsa.
Trafik sıkışık, otobüs yavaş gidiyo. Ben de kaldırımdayım. Kaldırımın
bittiği yerde, koca dümdüz bi duvar. Oh, tam perdede, sahnedeyim yani.
Şindi camın kenarındaki dışarı bakan insanlar, hareket eden bişeyi
görüyolar, beni. Ne yani, duvara mı bakıcaklar? İlla da bişeye bakılması
gerekiyosa, ordan geçen başka biri, hatta duvarda afiş filan da yoksa,
bakılabilecek en iyi şey benim. Nefis. Hiç görmedikleri bi insan işte.
Aaa montu var! Aaa walkman dinliyo! Bak bak, elini cebine soktu! Benim
onlara bakmıyacağımı bilip rahat rahat beni izleyebilirler. Ben nası
bakiyimki, onlar 100 kişi. Onların bi tür; "Grup içinde bakıyor
olma" gibi bi hakları var. Hem ben niye bi otobüsün içine bakıyım
ki? Yürürken doğal olan önüne bakmak. Ulan amma yavaş gidiyo ha! Vay
be, ne acayip, koca otobüsle ciddi ciddi yanyana gidiyoz.
Arabayla giderken de otobüsle yanyana
gelinmez mi? Gelinir elbet. Hele köprü trafiği ise. Sen arabandasın,
üstelik yalnızsın. Otobüstekiler ise arkadaşın dediği gibi yüz kişi.
Ne yüz kişisi be, iki yüz kişi, üstelik sıkış sıkış. Bi an gözlerin
takılır, ama hemen gözlerini kaçırırsın. Hem insanların sıkış sıkış,
ızdırap içinde yolculuk ettiği yolun üzerinde, padişah gibi takıl,
hem de dik dik gözlerinin içine bak ha!! İmkansız.
Ah hele otobüs önüne denk geldiyse. Ya o en arkada duranlar, yüzlerini
pencereye çevirmiş, sana bakıyorlarsa. Allahım.
|
Misafirlik Notları
Nasılsın?
İyiyim teyze sen nasılsın?
Misafirliğe gidildiğinde, ekseriyetle akrabaların yoğun olduğu bayram
ziyaretlerinde, kalabalık ve uzun süredir birbirini görmeyen bir ekip,
bol dantelli odada tesbih taneleri gibi dizilir ve nasılsın'lar başlar.
O başörtülü teyze başlatır hep. Bir nasılsın başlar ki; ne
kulaklarınıza inanabilirsiniz, ne de karşınızdakilerin android olmadığına.
4 kişilik bir grupta 12, 8 kişilik bir grupta 56 tane "Nasılsınız";
karşışılığında 56 tane "İyiyim siz nasılsınız?"
duyarsınız. Herkes sırayla birbirine iyi olup olmadığını sorar. İçimizden
hep; "Az önce bıyıklı amcaya nasıl olduğumu söylemiştim,
dinleseydin." Ya da "Valla hepiniz bu kadar iyi olduğunuza göre,
ben muhteşemim." demek gelir, ama demeyiz. Terbiyeli Türk gençleriyiz
ya biz; bazen, "İyiyim teyzecim siz nasılsınız?" diyerek gönüllerini
hoş ederiz, bazen sadece "İyiyim" der, solundaki kadına
iyiyim demek üzere hazırlanırız.
Okuyo musun teyze sen de? İyiyim ben... Çok iyiyim, gönlünü ferah
tut.
nur & zuxxi
Minik Misafir
Ya hani eve küçük afacan bi çocukla şirin bi teyze misafirliğe
gelir. İnsanı bayan, "Nasılsınız, iyi misiniz?" sohbetinden
sonra ev sahibi ufaklığa döner ve; "Sen benimle kal ha? Annen
gitsin ben senin annen olayım." der. Sonra anne de manyak komşuya
uyar; "Kalcan mı?" der.
Bu ne salak bi geyiktir. Çocuk, kalcam, dese anne bırakacak mı? Ev
sahibi teyze gerçekten o afacana anne olacak mı? Bu çozuk fazlalık mı?
Annesi onu niye teyzeye veriyo? Teyze salak mı? Her evine gelen çocuğu
yanına alıp ne yapacak? Böbrek taciri mi?
Bunlar eminim bana da soruldu ama çok ufaktım, tefektim; ne düşünerek
ne cevap verdiğimi unuttum.
|